GüncelMakaleler

GÜNEL | “Zindanlarda Tecride, Tredmana ve Keyfi Uygulamalara Son; Direniş ve Dayanışma Zamanı!”

"Unutmayalım ki hapishanelere yönelik TC devletinin her tasarrufu dışarıda yaşama geçirdiği politikalarla doğrudan ilişkilidir. Zira dışarıyı teslim almak isteyenler önce içeriye saldırmaktadır."

Sınıf mücadelesi yaşamın her alanında tüm şiddetiyle sürgit devam ediyor. Bir tarafta tüm zenginliklere el koyan bir avuç sömürücü zorba diğer yandan ezilen sömürülen emekçi milyonlar.

Egemen sınıflar, işçi ve emekçileri, Kürt ulusunu, alevileri, kadın ve LGBTİ+ları kısacası toplumun tüm ezilenlerini zaptu-rapt altına almak adına elinden geleni yapıyor. Eşitlik, özgürlük, adalet ve insanca bir yaşam isteyen, halkın gerçek iktidarı ve kurtuluşu için mücadele eden; ezilen Kürt ulusunun tam hak eşitliğini savunan ve bu uğurda can bedeli bir mücadeleye atılan devrimci, komünist ve yurtseverler düzenin çıplak şiddetinin hedefinde.

Faşizm, insanca bir yaşam için mücadele eden tüm güçlere yönelik sistematik bir korkutma, teslim alma, sindirme, diz çöktürme ve yok etme saldırılarını yaşama geçiriyor.

Bunun sonucunda binlerce devrimci, komünist, ilerici, yurtsever gözaltına alınarak tutuklanıyor. Faşizm, ezilenlerin özgürlük ve eşitlik ideallerine, bu uğurda mücadele yürüten politik özneleri üzerinden saldırarak gözdağı vermeye, mücadeleyi bastırmaya çalışıyor.

Hapishaneler, başkanlık rejiminin getirilmesiyle beraber sosyal medyadan hükümeti veyahut cumhurbaşkanını eleştiren, herhangi bir konuda iktidardan farklı bir söz kuran, aydın, sanatçı, akademisyen, insan hakları savunucusu, kadın özgürlük mücadelesinin aktivistleri, LGBTİ+lar ve gençlerle dolmuş durumda. Zindanlar bugünkü durumda AKP-MHP iktidarına sadece mücadele edenler için değil onlardan farklı düşünen tüm toplumsal kesimler için bir durağa dönüşmüş durumda.

Her gün artan ve çeşitlenen hapishaneler gerçeği de buna işaret ediyor. TC devletinin daha özgür bir gelecek adına mücadele eden örgütlü kesimlere yönelik düşmanlığı dışarıda olduğu gibi içeride dört duvar arasında da sürüyor. Başka bir açıdan hapishaneler toplumsal çelişkilerin bir aynası durumunda.

Hapishaneleri, OHAL’in kaldırılmasına rağmen fiili OHAL uygulamalarıyla yöneten TC devleti, pandemiyi de bahane ederek tutsakların kazanılmış tüm haklarını gasp ederek tecrit- tredman ve izalosyonu ağırlaştırdı. Kitap, gazete, kargo yasakları, keyfi uygulamalar, ayakta askeri sayım, revir giriş ve çıkışlarında ağız içi arama ve buna eklenebilecek sayısız uygulama ile hapishane idareleri 12 Eylül’ün farklı bir sürümünü yaşama geçirmeye devam ediyor.

İktidar, sınıfsal, ulusal çelişkiler derinleştikçe, kadın ve LGBTİ+ların mücadelesi geliştikçe, gençlerin isyanı büyüdükçe hapishanelere yönelik saldırganlığında vites büyütüyor.

Yaşanan ekonomik ve siyasal krizlerle hareket kabiliyeti gittikçe daralan AKP-MHP iktidarı, sıkıştıkça devrimci, ilerici ve yurtseverlerin zindanlardaki güçlerine yöneliyor.

Bununla bir yandan keskinleşen çelişkiler karşısında mücadeleye, sokağa yüzünü daha fazla dönen toplumun ileri kesimlerine bir gözdağı vermeyi planlıyor. Diğer yandan geniş emekçi kitlelere, politik örgütlü güçler üzerinden “sokağa çıkarda mücadele eder ve örgütlenirseniz sonunuz böyle olur” mesajı vermek istiyor.

Öte yandan devrimci, ilerici ve yurtsever güçlerin, kitlelerin yüzeye vuran öfke ve tepkileriyle buluşmalarının önünü kesmek, gündemlerini değiştirmek istiyor.

İnfaz yakmalar son!

Son dönemlerde hapishanelerde artan keyfi, hukuksuz uygulamaların, idarelere verilen sınırsız yetkilerin ve özellikle de tutsakların insani hiçbir ihtiyacının karşılanmaması dahası pek çok tutsağın hücrelerinde katledilmesinin arka planında böyle bir gerçeklik yatıyor. Garibe Gezer’in gardiyanlar tarafından işkenceye ve tecavüze uğramasının ardından yaşamını yitirmesi, Vedat Erkmen’in tek kişilik hücresinde katledilmesi, hasta tutsak Halil Güneş’in ve Abdülerezak Suyur’un tedavi edilmeyerek ölüme sürüklenmesi ve yaşamını yitirmesi bu politikanın sadece küçük bir örneğini oluşturuyor.

Hasta tutsaklar gerçeği devrimci, ilerici ve yurtsever güçlerin olduğu kadar geniş toplumsal kesimlerin de bir sorunu. Zira bahsettiğimiz gibi faşizm tutsaklara belli amaçlar ve politikalar güderek saldırıyor ki mesajın dışarıya olduğunu biliyoruz.

Gelinen aşamada Türkiye ve T. Kürdistanı’nda hapishanelerde faşizm gemi azıya almış durumda. İmralı tek kişilik hapishanesinde ve diğer tüm hapishanelerde keyfilik ve hukuksuzluk her gün daha ileri bir noktaya taşınıyor. Bugün bin 600’ü aşkın hasta tutsak insanca koşullar altında tedavi edilmeyi bekliyor. Hapishaneler tutsakların en temel ihtiyaçlarını karşılamazken tutsaklar zindanlarda ağır bir ölüme mahkûm ediliyor. Faşizm, idam etmediği veya öldürmediği devrimci, komünist ve yurtseverleri zindanlarda zamana yayılmış bir teslim alma ve öldürme politikası izliyor.

Bu politika, bugün infazların yakılması, tahliye süresi gelmesine rağmen tutsakların tahliye edilmemesi ve hasta tutsakların tedavi edilmemesi, ölüme mahkûm edilmesi olarak karşımıza çıkıyor. “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ile tutsaklar Cezaevi İzleme Kurullarının tasarrufuna bırakılıyor. İzleme Kurulları “yanlı koğuşta kalma” gibi gerekçeler ile 25 yıl, 30 yıl hapishanede bulunan tutsakların infazları yakılarak tahliyeleri engelliyor.

ATK, tutsakları ölüme mahkûm ediyor

Adli Tıp Kurumu (ATK) TC devletinin siyasi tutsaklara yönelik dört duvar arasında sessizce öldürme politikasının başlıca yürütücü kurumlarından biri. ATK, Halil Güneş’e, “cezaevinde kalabilir” raporu verdi ve cezaevinde karantinada tek başına yaşamını yitirdi. Kamuoyuna kelepçeli kollarına takılan serumla yansıyan 83 yaşındaki ağır hasta tutsak Mehmet Emin Özkan’a “hapishanede kalabilir” raporu veren yine aynı Adli Tıp Kurumu.

Adli Tıp Kurumu, doktor ve hukukçuların hatta kimi zaman savcıların ve mahkemelerin kararlarına rağmen tutsaklara yönelik intikamcı bir tutumla yaklaşıyor. ATK, hiçbir bilimsel dayanağı olmayan kararlarıyla egemen sınıfların devrimci, komünist ve yurtsever tutsaklara yönelik diz çöktürme politikasının yürütücülüğüne soyunmuş durumda.

ATK, bugün ağır hasta tutsak Aysel Tuğluk’la ilgili verdiği kararlarla bu rolüne layık bir tutum almayı sürdürüyor. Bilindiği üzere Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde beş ayrı uzman hekimin muayene ettiği Tuğluk’a kalıcı hafıza kaybı anlamına gelen demans teşhisi kondu.

Raporda imzası olan doktorlar, Tuğluk’un hapishanede yaşamını bir başkasının yardımı olmaksızın tek başına sürdürmesinin mümkün olmadığını kaydederek cezasının infazının ertelenmesi gerektiği yönünde kanaat bildirdiler. Adli Tıp Kurumu’nun verdiği raporda ise Tuğluk’un hayatını yalnız idame edebileceği, tedavisinin düzenli poliklinik kontrolleri ile sağlanabileceğini, bu yüzden “cezaevi şartlarında infazına devam edebileceği” belirtildi ve infazın ertelenmesi talebi reddedildi.

Açıkça görüldüğü üzere ATK Aysel Tuğluk şahsında yurtsever tutsaklara, Kürt halkına gözdağı vermeyi teslim alma politikası izliyor. Ancak Adalet Bakanlığı, hapishane idareleri ve ATK’ya rağmen zindanlarda siyasi tutsakların direnişi sürüyor. Buna paralel dışarıda da ailelerin, tutsak kurumlarının, devrimci demokratik güçlerin mücadelesi de.

Amed ve Van’da ailelerin iki ayı geride bırakan “Adalet Nöbeti” de bu direnişin mevzilerinden biri. Tutsak aileleri çocuklarına sahip çıkıyor, infaz yakmaların son bulması, hasta tutsakların serbest bırakılması talebiyle adalet istiyor.

Unutmayalım ki hapishanelere yönelik TC devletinin her tasarrufu dışarıda yaşama geçirdiği politikalarla doğrudan ilişkilidir. Zira dışarıyı teslim almak isteyenler önce içeriye saldırmaktadır.

Tecride, tredmana, keyfi ve hukuksuz uygulamalara, infaz yakmalara karşı şimdi mücadeleyi, dayanışmayla daha fazla büyütme zamanı!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu